1 Ekim 2020 Perşembe

Karadeniz'de Bir Akdeniz Kenti: Batum


 Batum, Gürcistan'ın Özerk Cumhuriyeti Acara'nın başkenti olan Karadeniz kıyısındaki önemli liman kentlerinden bir tanesidir. Nüfusu 2013 yılı itibariyle 190.000 olan kent, bir liman ve ticaret merkezi olarak hizmetini sürdürmektedir. Subtropikal bir bölgede olan Batum özellikle de narenciye ve çay gibi tarım ürünleri bakımından da zengindir.

Batum kentinin tarih dönemine baktığımız zaman kent hakkındaki ilk bilgiler M.Ö. 4.yüzyılda Yunan filozof Aristoteles'in eserinde karşımıza çıkmıştır. Karadeniz kıyısında, Kolkheti’de (Egrisi) “Batusi” adında bir şehirden söz ediliyordu. Romalı yazar Flavius ve Yunan coğrafyacı Flavius Arrianus da Batum’u aynı isimle tanıtıyordu. "Batusi" Yunanca'da derin anlamına gelmektedir ve az önce de dediğim gibi Karadeniz kıyısında Kırım Yarımadası'nda yer alan Sivastopol şehrinden sonra en derin ve elverişli liman konumundadır.

Batum özellikle de Türk turistlerin ilgisini çeken kentler arasında yer alır. Neyse gittiğim yerlerden de bahsedeceğim için çok fazla detaya girmeyeceğimi buradan belirtmek istiyorum. Ben size kendi izlenimlerimden bahsedeceğim.

2 yıl önce gittiğim Karadeniz turunda Artvin-Hopa'da verdiğimiz yemek molasının ardından otobüsümüze binerek yine aynı ilçede yer alan ve Gürcistan'ın başlangıç noktası olan Sarp Sınır Kapısı'na ulaştık. Sarp Sınır Kapısı'na otobüs ya da özel aracınızla gittiğiniz zaman kolay kolay geçiş yapamıyorsunuz. Asıl problem ise ülkeye geçiş sırasında gişelerde başlıyor. Bir de bayram arefesi yoğunluğu olduğu için kalabalığın daha da arttığını zaten hissedeceksiniz. Neyse, yaşadığımız sorunun ardından Karadeniz'in Akdeniz'i diye adlandırılan Batum gezimiz böylece başlamış oldu.

 Benim Batum turu sırasında gözüme en çok çarpan mekansa Piazza Meydanı ya da İngilizce'deki tabiriyle Piazza Square oldu. Daha çok konferans ve konser gibi etkinlikler için kullanılan meydanın orta kısmında bulunan yere döşenmiş mozaikler dikkat çekicidir. Mimari özellikle dikkat çeken meydan tipik bir İtalyan havası vermektedir. Burayı gezerken de kendinizi Piazza'dan ziyade İtalya'ya gitmiş gibi hissediyorsunuz. Ayrıca mola için meydanın içerisinde birçok kafe var. Gezi sırasında çok yorgunsanız eğer bir kahve içerek yorgunluğunuzu üzerinizden rahatça atabilirsiniz.

 

 Piazza Meydanı – Batum Turu

 

Benim ailemle oturduğum kafede tam wifi ararken masada bir internet şifresi olduğunu gördüm ve şifreyi hemen girdim. Adamlar çok akıllıca bir yöntem kullanarak wifi şifresini masanın altına koymuşlar. Ee işi biliyorlar sonuçta. Keşke bizim ülkemizdeki kafelerde de öyle birşey olsa. En azından garsonları meşgul etmezdik.

Batum'da gözüme çarpan ikinci yer ise Tiyatro Meydanı'nda yer alan Posedion Heykeli oldu. Hristiyanlığın başlagıcı sayılan Yunan Tanrılarından biri olan Poseidon Heykeli'nin hikayesi ise şu şekildedir: en tepede mızrağıyla birlikte denizler Tanrısı Poseidon, onun altında su veya meyve taşıyan masumiyetin simgesi çocuklar, onların altında ise bolluk ve bereket simgesi kadınlar vardır.

 

Poseidon Heykeli, Batum

 Aynı şehirde gözüme çarpan 3.heykel ise Ali ve Nino heykeli oldu. Batum Limanı'nın yakınlarında bulunan 7 metrelik bu heykel Azeri genci Ali ve Gürcü prenses Nino'nun trajik aşkını işlemektedir. Aynı zamanda "Aşk Heykeli" adıyla da bilinmektedir. Heykel: Amerika’da yaşayan heykeltıraş Tamara Kvesitadze’nin, Azeri yazar Kurban Said’in, Azerbaycanlı genç ile Gürcü kız arasındaki aşkı anlattığı “Ali ve Nino” öyküsünden esinlenerek yapılmıştır. Heykelin tamamı çelikten olup özellikle de gece muhteşem bir görüntüye sahiptir. Buraya Gürcü gecesinden dönüşte uğramıştık ve özellikle de ışıklarla da aydınlatılmıştı. O kadar müthişti ki "Anlatılmaz yaşanır" diyeceğiniz türdendi.

Trajik Bir Aşk Hikayesini Sembolize Eden Ali ve Nino Kinetik Heykeli -  onedio.com

 

 

 


4 Ocak 2020 Cumartesi

NAZIM HİKMET

20.yüzyılın en önemli şairlerinden biri olan Nazım Hikmet ülkemizde kitabı en çok yazılan şairlerimizden biri desek yanlış olmaz. Subay olarak başladığı hayatına yazar olarak devam etmiştir. Akıllara ve kalplere kazınan pek çok dizesinin yanı sıra özgür ruhu, düşünceleri, hayata adamış olduğu görüşleri, aşklarıyla da sadece yaşadığı dönemde değil, sonrasında da dikkat çekmeyi başarmıştır.

Ünlü şair Nazım Hikmet 21 Haziran 1934'te kabul edilen Soyadı Kanunu'ndan sonra tam adı Nazım Hikmet Ran olarak değiştirilmiştir. Nazım Hikmet Ran Memur Hikmet Bey ile eğitimci Enver Paşa'nın kızı Celile Hanım'ın çocuğu olarak Selanik'te dünyaya gelmiştir. Pek çok kaynaktan edinilen bilgiye göre doğum tarihi 1901 yılının son günü olsa bile bir yaş büyük görünmemesi için 1902 yılında Ocak ayının 15'inde nüfusa kaydettirilmiştir.

 1917 yılında Bahriye Mektebi'ne kaydolan Nazım Hikmet subay olarak başladığı askerlik görevine geçirdiği bir rahatsızlık nedeniyle askerliği bırakmak zorunda kalmıştır. Bir yandan dedesi Nazım Bey gibi şiirler yazmayı sürdürürken diğer yandan da ülkenin içinde bulunduğu çalkantılara arkasını dönmemiş ve milli mücadeleye katılmıştır. Kendisi gibi şair olan Faruk Nafiz, Yusuf Ziya ve Vala Nureddin ile beraber hayalini kurdukları yeni bir dünya yaratabilmek için "Yeni Dünya" isimli vapurla İnebolu'ya geçmişlerdir. Vala Nureddin ile beraber bağımsızlık merkezinin merkezi olan Ankara'ya devam eden şair öte yandan şair yanını da devam ettirmiş, direnişe destek amacıyla birlikte yazdıkları şiir beğeni alınca Bolu'ya öğretmen olarak atanmışlardır. Muhafazakar kesimin dikkatini çekmesi ise çok uzun sürmez ve öğretmenlik kariyerleri kısa bir süre sonra biter.

Nazım Hikmet için yıllar artık inandıklarının peşinden koşmaya başladığı yıllardır. Önce Batum'a sonra da Moskova'ya giden şair artık gerçekten hayatına yön verecek değişimler yaşamaya başlamıştır. Üniversite hayatının haricinde Moskova'da geçen günlerinde hem siyasi hem de sanatsal açıdan farklı deneyimler edinir. Memleketine olan sevdasından hiç vazgeçmeyen şair Türkiye'ye dönme kararı almıştır. 

Aydınlık dergisinde yazdığı yazılar nedeniyle hapis cezasına çarptırılan yazar için karanlık günler bundan sonra başlamıştır. Yazdığı yazılar yayınlanmasa bile o yazmaktan hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Serbest kalması için yükselen sesler ve eylemler yetersiz kalmıştır. Bu eylemler sadece yurt içiyle sınırlı olmayıp yurt dışından da destek görmüştür. Uluslararası Hukukçular Derneği gibi önemli kurumlardan gerekse de sanatçılardan da destek görmüştür. Tüm bu girişimler sonuçsuz kalınca açlık grevine başlamıştır. Sağlık problemleri gibi önemli sorunlardan sonra nihayet umutlu bir haber gelmiş ve özgürlüğüne kavuşmuştur.

Kalp krizi nedeniyle hayata gözlerini 3 Haziran 1963 tarihinde yuman Nazım Hikmet'in cenazesi Rusya'nın başkenti Moskova'daki Novodeviçiy Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir.

Nazım Hikmet ardında bir sürü kitap,roman ve şiir bırakmıştır. Hatta, Edip Akbayram ve Leman Sam O'nun adına "Nazım Hikmet Memleket" isimli bir şarkı da yorumlamışlardır.

Ölümünün sonra şiirlerinin birçoğu "Cem Karaca, Fikret Kızılok, Fuat Saka, Ezginin Günlüğü, Zülfü Livaneli, Volkan Konak" gibi  pek çok sanatçı tarafından kendilerine özgü bir yorumla bestelenmiştir.

2008’in ilk günlerinde, Piraye’nin torunu Kenan Bengü, Piraye’nin sakladığı hatıralar arasında “Dört Güvercin” adlı şiirini ve tamamlanmamış 3 adet roman taslağını bulmuştur. Piraye, aşkının emeği üzerine her şeyi özenle saklamıştır

Ve kalbine geçiremediği sözlerle, Piraye'siyle, Vera'sıyla, aşkla vücut bulan bir Nazım Hikmet geçti bu dünyadan…
İyi ki…

Son olarak da şunu da belirteyim; Nazım Hikmet'i sadece okumak yetmez aynı zamanda  anlamak da gerekir. Nur içinde yat Mavi Gözlü Dev.


 

Beykoz'dan Bir Tarihi Eser: Hidiv Kasrı

  Size İstanbul'un belki de gezilecek en önemli gezi noktaları arasında gösterilen bir yapıdan bahsetmek istiyorum. Beykoz ilçesine bağl...